AB ile Eleştirel Entegrasyon

AB temsilcilerinden 14 Aralık operasyonuna dosyaların içeriğine bakılmadan verilen hızlı ve hazır tepkiler imaj konusunun Türkiye'ye karşı bir sermaye olarak daha yoğun şekilde tüketileceğini göstermektedir.

Devamı
AB ile Eleştirel Entegrasyon
14 Aralık'ı Nasıl Okumalı

14 Aralık'ı Nasıl Okumalı?

Görünen o ki, paralel yapı ile mücadele kademeli işleyen bir süreç halinde gidiyor. Spesifik konularla ilgili davalar gündeme geliyor ve muhtemelen bunlar ana bir davaya dönüşecek.

Devamı

Artık askeriyeyi model alan değil, daha çok topluma açık/barışık ve üniversite mezunları arasından seçeceği bir kitle üzerinden kendisini kuran bir emniyet kurumumuz olacak.

Türkiye'deki muhalefet radikal nihilizme kayıyor. Bir yenilik üretememesinin yanında önerilen ya da gerçekleşmekte olan her türlü değişimi bir bozulma olarak algılıyor.

Türkiye dış politikasında statik bir ittifak ilişkisini terk edeli çok oldu. Bunun AB'ye alınmamakla da ilgisi bulunmuyor. Her ülke ile konu bazlı bir ilişki yürütüyor.

AK Parti mensuplarının R. Tayyip Erdoğan algısının temel unsurları neler? CHP, MHP ve HDP mensupları ne tür bir Erdoğan algısına sahip?

Psikolojik Eşikleri Aşmak

Başbakan Davutoğlu'nun Hacıbektaş ve Dersim çıkışları, Ortadoğu'da etnik ve mezhepsel kutuplaşmanın en üst düzeyde olduğu bir dönemde yapılmış olması nedeniyle de son derece değerlidir.

Devamı
Psikolojik Eşikleri Aşmak
12 İmam'ın Yolunda Nereye

12 İmam'ın Yolunda Nereye?

Hacıbektaş ve Mevlana'yı birlikte okumak daha Sünnici bir Türkiye mi yaratır? Yoksa Alevilerin ve Sünnilerin birbirlerinin rengine boyandığı bir ortamda daha özgür, çoğulcu ve zengin bir dini hayata mı varırız?

Devamı

Analiz, Türk medyasının ürettiği toplumsal kutuplaşma söylemini 2014 yılı TEOG sistemi kapsamında medyada yer alan haberler özelinde incelemektedir.

Bir türlü taşların yerine oturmadığı Ortadoğu'da siyaset de söylemler de devinim halinde. Barış ve uzlaşma da şiddet ve çatışma da kendini meşrulaştıracak söylemle geliyor. Çözüm sürecinin neresinde olduğumuza dair muhasebemizi söylemlerin analizi üzerinden yapmakta fayda görüyorum. Artık herkesin malumu ki, ABD'nin IŞİD ile savaş stratejisinin getirdiği fırsatlardan istifade eden PKK, 2012'de Çözüm süreci başladığında bulunduğu yerde değil.

Kobani eylemlerinde ortaya çıkan linç hadiseleri, sivil kıyafetli 3 askerin ve bir astsubayın maskeli saldırganlarca öldürülmesi ve yine bir korucunun ağaca asılarak öldürülmesi PKK şiddetinin yeni bir formla geri gelmesidir. Çözüm sürecinde masayı devirmek pahasına PKK'yı buna iten şey nedir? Hatırlanacağı üzere, Obama yönetiminin IŞİD ile mücadele stratejisinin ana ayağı yerel güçlerin bu örgütle savaşması üzerine oturuyor. ABD'nin bu savaşta kara birlikleri kullanmama ısrarı IŞİD ile mücadelenin uzun bir müddet devam edeceğini gösteriyor.

Türkiye'nin siyasi geçmişinde istikrar ve huzurla gelen yükseliş dönemleri, ne yazık ki her daim kesintiye uğratılmaya çalışılmıştır. Ülke ne zaman pozitif bir ivme yakalayarak bölgesinde güçlü bir konuma gelse iç ve dış olaylarla bu süreç sabote edilmeye çalışılıyor. Bu yüzden, ülkede gerilim oluşturma adına uğraşanların neden bu zamanı seçtiklerinin cevabı da çok açıktır. Bu ülkede ne yazık ki gelişimi ve ilerlemeyi durdurmaya ayarlı bir zamanlama mekanizmasını yönetenler var. Tıpkı 1980'li yıllarda ülkede başlayan ekonomik değişimi engellemek isteyenlerin, bu ülkeye 1990'lı yılların karanlık zamanlarını yaşattığı gibi. Bu şekilde, siyasi ve sosyal çatışmalar kullanılarak, başta ekonomi olmak üzere ülkenin tüm alanlarında istikrarsızlığın ve kaosun gölgesini hâkim kılmışlardır. Öyle ki, 1990'lı yılları herkes karanlık ve kriz yılları olarak hatırlamaktadır.

Kobani'de yaşanan katliamlar üzerinden özellikle Kürt siyasal hareketinin sokağı siyaset üretme ve politik söylemini meşrulaştırmak için bir sonuç alma yöntemi olarak kullanması, birçok kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı.

Geçen hafta birçok televizyon programında şu soruya cevap arandı: Çözüm Süreci Bitti mi? Bu sorunun sorulma gerekçesi, Kobane'de yaşanan katliamlardı. IŞİD'in katliamlarına maruz kalan Kürtlerin durumu ve Kobane'nin düşme tehlikesi bu soruyu gündeme getirdi. Doğan Grubu'nun, “Paralel Yapı”ya destek veren medyanın çözüm sürecine ilişkin yaklaşımı hepimizin malumu. CHP ve MHP'nin bu konudaki yaklaşımları da öyle. Sürece başından beri karşılar. Bu sürece niçin karşı olduklarını açıklarlarken “sürecin içeriğini net olarak bilmemek” argümanını hep birinci sıraya yerleştirdiler. Hükümetin “samimiyetsizliği” iddiası dile getirilen bir diğer argümandı. Sürecin içeriği netleştikten, hatta ve hatta süreç yasal zemine kavuşturulduktan sonra bu kez “siyasal mecburiyetler” (belki de acziyetler) nedeniyle statükocu pozisyonlarını korudular.

Çözüm Süreci bölgesel denklemin kaygan zeminine rağmen önemli bir ivme yakaladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin barışçıl yollardan sonlandırılmasını hedefleyen Çözüm Süreci bir hükümet programında yer aldı. Başbakan Davutoğlu süreci bizzat uhdesine alarak bu meseleye verdiği önemi ortaya koydu. Bu gelişmelerin dışında, sürecin artık yasal dayanağa oturuyor oluşu, devletin en üst düzeyden 15 günde bir düzenli toplantılarla süreci takip edecek olması ve Öcalan'ın sürecin pratiğine yönelik verdiği pozitif mesajlar sürece dair pozitif bir iklimin doğmasına yol açıyor. Süreç bilindiği üzere üç sacayağı üzerine oturuyordu. 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşma ile startını verdiği, 2009 yılındaki Demokratik Açılım ile tüm ülkeyi bir oryantasyon sürecinden geçirerek meselenin demokratik yollardan çözümüne alıştıran Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, örgüt üzerindeki otoritesini sorgulamaya yönelik girişimlerden güçlenerek çıkan Öcalan ve provokasyonlara rağmen sürecin arkasında durarak devamlılığını sağlayan toplumsal destek. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi konumundaki HDP ise bu üçlü denkleme 'arabulucu' rolüyle dahil edildi.

Eski Türkiye'de muhafazakâr siyaseti ve muhafazakâr yaşam tarzını aşağılamak medya için gayet kullanışlı, elverişli ve beraberinde bir maliyet getirmeyen bir tutumdu.

10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonuçları her seçim gibi üzerinde durulması gereken muazzam sosyolojik tahlillere imkân sunan bir veri seti sundu. Birçok açıdan ilklere sahne olan bu seçim, aynı zamanda ülkenin içinden geçtiği dönemin de siyasal sağlaması denilebilecek bir resim sundu. Genelde, seçmen her zaman olduğu gibi topluma yeni bir şey sunan esaslı siyasete, istikrarlı bir değişime ve daha da önemlisi Çözüm Süreci'ne verdiği desteği yeniledi. Bu üç referans noktası ülke siyasetinin geleceği açısından olmazsa olmaz kaideler olarak yerini aldı. Özelde ise seçim sonuçları her siyasi partinin tabanın isteklerine, beklentilerine ve reflekslerine dair ders niteliğinde mesajlar içermektedir. Bu yüzden, Türkiye siyaseti adına söyleyecek lafı olan siyasi partilerin bu sonuçları ayrıntılı bir şekilde analiz etmesi gerekmektedir. 10 Ağustos seçiminden sonra yapılan analizler, işini özenli bir şekilde yapan birkaç isim dışında, şaşırtıcı bir şekilde ‘kazananlar enflasyonu' yaratmanın ötesine geçemedi. Bu yaratılan ‘kazananlar enflasyonu'ndan kasıt tabii ki Demirtaş'ın aldığı oylar üzerinden yapılan güzellemeler. Demirtaş'ın aldığı oyların sosyolojik zemininin peşine düşmek HDP'nin geleceği hakkında çizilecek resmin daha da netleşmesini sağlayacağı gibi, seçim kampanyası boyunca nelerin doğru ve nelerin yanlış yapıldığının sağlıklı bir muhasebesi için de muazaam bir imkân sunacaktır.

Analizde, 10 Ağustos 2014 tarihinde yapılacak 12. Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine Halkların Demokratik Partisi (HDP) tarafından aday gösterilen Selahattin Demirtaş'ın adaylığı ve adaylığının siyasal anlamı değerlendirilmektedir.

Kamuoyunda ‘17 Aralık operasyonu' olarak adlandırılan olay 17 Aralık günü gerçekleştirilen adli-polisiye hikâyeden çok daha öte bir anlam taşıyor. 25 Aralık girişimi, TIR operasyonları, İHH soruşturması, Öcalan'ın 1999 yılındaki sorgulanmasından sızdırılan gizli montajlanmış görüntüler, Başbakan'ın yakınlarının ve çalışma arkadaşlarının sızdırılan telefon görüşmeleri bir paket olarak büyük bir operasyonun yapı taşlarını oluşturuyor. AK Parti hükümetinin dış politika duruşu ve Çözüm Süreci de bu paketin içinde hedefe konan başlıklar olarak göze çarpıyor. Çözüm Süreci yaşanan onca şeye rağmen geçtiğimiz yıla damgasını vuran en önemli gelişme olarak tarihteki yerini çoktan aldı. Tarihsel bağlamında Kürt meselesinin altın yılı olarak adlandırabileceğimiz süreçte BDP'nin azımsanmayacak katkıları oldu. Bu bilgiler ışığında, BDP'nin 17 Aralık tutumunu ve bu tutumun Çözüm Sürecine yansımasını bütün bu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. 17 Aralık'ın genel anlamıyla Kürt meselesine özelde ise Çözüm Sürecine bakan yönünü kestirmek zor değil: ‘Çözüm Sürecinin sona ermesi ve PKK'nın silahlı mücadeleye tekrar başlaması'. 17 Aralık operasyonlarının resmi bülteni olarak işlev gören Bugün gazetesinin önce Demirtaş'ın özerklik açıklamasını sonra da PKK'nın yaptırdığı ‘şehitlik' haberlerini manşetten görmesi ve sızdırılan video kayıtları ile Öcalan'ın itibarsızlaştırılmasına yönelik girişimler bu kanıyı güçlendiriyor. Peki bu plan ne ölçüde mümkün olur?