Netanyahu’nun İran Kartı

İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluğunu vurmasına cevaben Hamaney’in yaptığı ‘karşılık verilecek’ açıklaması, bölgesel vekâlet savaşının doğrudan savaşa evirilme ihtimalini artırdı. Netanyahu 7 Ekim’den beri hem Beyrut’ta hem de Suriye’de Hamas ve Şii milis hedeflerini vurarak çatışmayı genişletmeye çalışıyordu. İran ve Hizbullah’ın askeri olarak Hamas’ın yanında yer almayı reddetmesiyle ‘bölgesel savaş’ nispeten daha kontrollü bir biçimde devam ediyordu. Ancak Hamaney’in İran konsolosluğunun vurulmasının İran toprağının doğrudan hedef alınması anlamına geleceği şeklindeki açıklamaları Washington’u da alarma geçirdi. İsrail’le İran’ın doğrudan çatışması halinde, Biden seçim yılında en son arzu edeceği şekilde yeni bir Ortadoğu savaşına müdahil olmak zorunda kalacak. Bu da hem Ortadoğu’da yeni bir savaştan uzak durma hem de Gazze savaşının bölgeye yayılmamasını sağlama politikalarının iflası anlamına gelecek.

Devamı
Netanyahu nun İran Kartı
Doğrudan ve Kontrollü Çatışma Dönemi

Doğrudan ve Kontrollü Çatışma Dönemi

Cumartesi gecesi İran, yaklaşık 300 drone ve füzeyle İsrail'e misillemede bulundu. Böylece 1 Nisan'da İsrail'in Şam'daki İran konsolosluğunu vurmasıyla başlayan son gerilimde "doğrudan ancak kontrollü çatışma" dönemine geçtik. "Doğrudan" olması önemli zira İran ilk defa kendi topraklarından İsrail'e saldırdı.

Devamı

15. Uluslararası Rusya-İslam Dünyası Kazan Ekonomi Forumu–KazanForum 2024, 14-19 Mayıs 2024 arasında Tataristan Cumhuriyeti’nin başkenti Kazan’da düzenlenecektir. Forum kapsamında İslam dünyasının önde gelen ekonomi ve finans uzmanlarının bir araya gelmesi planlanmaktadır. 2023’teki foruma 57’si İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyesi olmak üzere 80 ülkeden 16 binden fazla kişi katılmıştır. KazanForum 2023’te Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in imzaladığı kararname ile federal statü elde etmiştir. Böylece forum, Petersburg Uluslararası Ekonomik Forumu ve Vladivostok’taki Doğu Ekonomik Forumu ile Rusya’da her yıl düzenlenen uluslararası ekonomik forumlar arasında katılımcı sayısı ve önemi bakımından en büyük üç forumdan birisi olmuştur.

İran ile İsrail arasındaki doğrudan çatışma şimdilik kontrol altında. Ancak bölgemiz açısından yeni bir denkleme işaret ediyor. Malum, 7 Ekim sonrası Ortadoğu'nun Gazze/ Filistin merkezli bir gerilim sürecine girdiğini konuşuyorduk. Netanyahu'nun Gazze'deki katliamları bölgedeki normalleşme trendini durdururken İsrail'in uluslararası imajına da büyük zarar verdi. Batı'nın çokça eleştirilen "koşulsuz desteği" bile Batı kamuoylarındaki Filistin sempatisini ve İsrail eleştirisini engelleyemedi. İki devletli çözüm küresel gündemin başköşesine otururken İspanya başta olmak üzere bazı Avrupa devletleri, Filistin devletini tanıma kararına yaklaştı. İşte böylesi bir ortamda Netanyahu, savaşa İran'ı doğrudan dahil edecek 1 Nisan Şam saldırısını yaptı ve bir anlamda istediğine ulaştı. İtibarını, caydırıcılığını ve iç desteğini korumak için Tahran; ölçülü, haber verilmiş ama İsrail'e ilk doğrudan saldırısını gerçekleştirdi. Şam saldırısını yapan havaalanına füzelerini ulaştırabilmiş olmayı iç siyasetinde ve bölgesel propagandasında kullanacak.

Biden yönetimi İran’ın İsrail’e doğrudan saldırısının kontrolsüz bir savaşa dönüşmesini engellemeyi en azından şimdilik başarmış görünüyor. İran’a farklı kanallardan saldırının ‘orantılı olması gerektiğini’ mesajını ileten Beyaz Saray, Netanyahu hükümetine de ABD’nin İsrail’e desteğinin savunmayla sınırlı kalacağı mesajını verdi. ABD’yle birlikte İngiltere ve Ürdün’ün İran’ın İHA ve füzelerini İsrail’in hava sahasına ulaşmadan vurması sayesinde, Demir Kubbe’nin işi nispeten kolaylaştı. Buna karşın İran’ın maliyeti çok düşük silahlarla gerçekleştirdiği düşük şiddetli ve kontroll Nü saldırı, daha ‘gerçek’ bir savaşta İsrail’in işinin hiç de kolay olmayacağını gösterdi. İsrail’in savunmasının aciliyetini gündeme getiren saldırı, Temsilciler Meclisi’nde bir süredir sürüncemede kalan İsrail, Ukrayna ve Tayvan’a yardım paketini oylamaya sunulmasını sağlayacak görünüyor. Amerikan dış yardımının İsrail’e saldırı sayesinde onaylanma aşamasına gelebilmesi, Cumhuriyetçilerle Demokratları bir araya getiren meselelerin ne kadar azaldığını gösteriyor.

İran ve İsrail arasında 1979 İslam Devrimi sonrasında ortaya çıkan düşmanlık, 45 yıldan fazla bir süredir devam etmekte ve her iki ülke birbirini varoluşsal düşman olarak tanımlamaktadır. Bu düşmanlık zaman zaman yüksek gerilimli dönemlere yol açarak dolaylı çatışmalara neden olmuştur. Bu noktada ABD'nin rolünü de göz önünde bulundurmak gerekir. ABD'nin İran'a yönelik tavrı, olumsuz bir şekilde daha sert bir pozisyona dönüştüğünde, İsrail de bu durumdan güç alarak İran'a karşı daha sert bir politika izlemiştir. Ancak ABD, İran ile daha yumuşak bir ilişki benimsediğinde, İsrail de ABD'den beklediği desteği alamadığı için daha dikkatli bir politika izlemiştir.

Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’

Son günlerde Columbia Üniversitesi’nde yaşananlar, Filistin yanlısı gösterilere antisemitizm damgası vurma çabalarının yoğunlaştığını gösteriyor. Aylardır Amerika’nın en prestijli üniversitelerinin kampüslerinde devam eden aktivizme karşı İsrail yanlısı gruplar antisemitizm yakıştırması yapıyordu. Bu konuda Amerikan Kongresi’ni harekete geçirmeyi başaran İsrail’e yakın lobi grupları, Harvard ve University of Pennsylvania gibi üniversite rektörlerinin halka açık oturumlarda sorguya çekilmesinde önemli rol oynamıştı. Bu oturumlarda her iki tarafa da yaranamayan bir performans gösteren rektörlere karşı istifa kampanyaları Harvard Rektörü’nün görevden alınmasında olduğu gibi başarılı da olmuştu. Geçen hafta Kongre’nin karşısına çıkan Columbia Üniversitesi Rektörü, siyasetçilerin baskısına daha açık bir profil çizerek olayların alevlenmesine katkıda bulundu.

Devamı
Columbia da Filistin le Dayanışma Çadırları
Öğrenci Protestoları ve ABD nin İnsan Hakları Çelişkisi

Öğrenci Protestoları ve ABD’nin İnsan Hakları Çelişkisi

İsrail'in 7 Ekim 2023'ten beri Gazze'ye yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırılar meşru müdafaa kılıfı altında devam ederken, 20. ve 21. yüzyılda eşine az rastlanır bir insani drama, sivil kıyımlara ve uluslararası suçlara yol açmaktadır. İsrail'in Gazze'ye başlattığı doğrudan saldırılardan daha üç yıl önce BM Genel Sekreteri, 21 Mayıs 2021'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na hitaben yaptığı açıklamada "Yeryüzünde bir cehennem varsa, o da bugün Gazze'deki çocukların hayatıdır" demişti. Saldırılarla beraber şu ana kadar 35,000'in üzerinde sivil öldürülürken, 2 milyon insan yerlerinden edilerek geri dönemeyecekleri bir şekilde evleri ve yerleşim yerleri yerle bir edilmiş durumdadır.

Devamı

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM), soykırım ve insanlık suçları kapsamında yürüttüğü soruşturmada, İsrail Başbakanı Netanyahu, Savunma Bakanı Gallant ve diğer İsrail hükümet yetkilileri hakkında tutuklama kararı çıkarma ihtimali, Biden yönetimi için yeni bir uluslararası itibar testi ortaya çıkarabilir. Netanyahu’nun son derece endişeli olduğu ve Beyaz Saray’dan UCM’ye baskı yapmasını istediği şeklindeki haberler, davanın Washington için uluslararası arenada yeni bir ‘utanç vesilesi’ olmaya aday olduğuna işaret ediyor. Geçmişte Afganistan özelinde UCM’nin yetkisini tanımayan ABD, Darfur ve Kongo gibi çatışmalarda mahkemenin soruşturma ve kararlarını destekleyerek katkıda bulunmuştu. İsrail mevzu bahis olduğunda bugüne kadar uluslararası baskıya karşı durmak adına elinden geleni yapan Biden yönetiminin gene Netanyahu’yu desteklemek zorunda kalarak prestij ve meşruiyet kaybına devam edecektir.

Son günlerde ABD’yle Suudi Arabistan arasındaki görüşmelerin ilerlediği ve anlaşma aşamasına iyice yaklaşıldığı yönündeki haberler, Ortadoğu’da yeni bir dönemin habercisi olabilecek nitelikte. Suudiler İran’ın nükleer kapasitesi karşısında ABD’den ‘barışçıl’ nükleer teknoloji geliştirebilmek için destek ve muhtemel bir savaş durumunda güvenlik güvencesi istiyor. İleri teknoloji alanında iş birliği ve Çin’e mesafe koymayı da içeren anlaşmanın İsrail-Suudi normalleşmesini içermesi Biden yönetimi için kritik öneme sahip zira Amerikan Kongresi’nin desteği buna bağlı olacaktır. Ancak Suudilerin Gazze savaşının durdurulması ve iki devletli çözüm konusundaki ısrarının Filistin devletinin kurulmasına hep karşı çıkmış olan Netanyahu liderliğindeki bir hükümet tarafından kabul edilmesi çok zor. Biden yönetimi İsrail-Suudi normalleşmesi üzerinden hem Gazze meselesini gündemden düşürmüş hem de ‘Filistin meselesini çözmüş’ olarak Kasım seçimlerine ilerlemek isteyecektir ancak Netanyahu’nun bunun önünde en büyük engel olduğu kesin.

Kendi düzen tasavvurlarını dayatmaya çalışan iki gücün olası savaşı, ulus-devlet yapıları arasındaki mücadeleden ziyade dini metin ve referansların şekillendirdiği bir mücadeleyi tetikleyecektir. Bundan ötürü İsrail'in İran'a düşük düzeyli misillemesiyle iktifa edip etmeyeceği önümüzdeki günlerin/haftaların en önemli sorusudur.

Misket bombası nedir? Misket bombası uluslararası hukukta hangi düzenlemelere göre yasaklanmıştır? Rusya ve Ukrayna’nın misket bombası kullanmaları uluslararası hukuk açısından ne anlama gelmektedir? ABD’nin Ukrayna’ya misket bombası gönderme taahhüdü Ukrayna’nın kuvvet kullanma yasağını ihlal eder mi? ABD’nin Ukrayna’ya misket bombası göndermesi durumunda Rusya Silahlı Kuvvetlerinin misket bombasıyla karşılık vermesi Rusya’nın bu saldırılarını hukuka uygun hale getirir mi?

Mısır-İran normalleşmesi, Kahire yönetiminin de bu genel trendin dışında kalmak istemediğini gösteriyor.

Louisiana ve Missouri eyalet başsavcılarının Biden yönetimine karşı açtığı davada federal hâkimin verdiği ihtiyati tedbir kararı, ifade hürriyetiyle ilgili yeni bir tartışmanın habercisi oldu. Başsavcılar Beyaz Saray’ın sosyal medya platformu yöneticileriyle el ele vererek muhafazakâr sesleri bastırmaya çalıştığını iddia ediyor. Bunun Amerikan anayasasında garanti altına alınan ifade hürriyetinin ihlali olduğunu savunan müştekiler, hâkimin verdiği tedbir kararıyla ön zafer kazanmış oldu. Nihai karar ve temyiz sonrasında dava muhtemelen Yüksek Mahkeme’ye kadar gidecek. Bu süreç önümüzdeki dönemde sosyal medya ve ifade hürriyeti tartışmasının daha da alevleneceğinin habercisi olarak karşımıza çıkıyor.

Amerikan siyasi sisteminin sacayaklarından biri olan Yüksek Mahkeme’nin gitgide siyasallaşması ülkedeki kutuplaşmayı pekiştiriyor. Yargıçlarının ömür boyu atandığı mahkemenin yasama ve yürütme üzerinde gördüğü denetleme işlevi sistemin en önemli denge ve aynı zamanda devamlılık unsuru olarak tasarlanmış. Ancak özellikle son yirmi yılda mahkeme üyelerinin gitgide daha ideolojik isimlerden seçilmesi mahkeme kararlarını da daha tartışmalı hale getirdi. Daha fazla güncel siyasetin içine çekilen Yüksek Mahkeme’nin kürtaj gibi hassas konularda aldığı tarihi kararlar bir yandan muhafazakâr Cumhuriyetçileri sevindirirken diğer yandan liberal Demokratları mobilize eden bir dinamik yarattı.

Geçen hafta yayımlanan Almanya’nın Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, bu ülkenin gerek tarihteki güç mücadelelerinde oynadığı rol gerekse günümüz dünya ekonomisinde sahip olduğu ağırlık açısından yakından incelenmeyi hak ediyor. Belgeyi 3 konuda ele almak mümkündür. İlk olarak, kamuoyuna duyurulan söz konusu strateji belgesinin Almanya’nın dünya politikasında oynadığı geleneksel ve tarihsel rol açısından ne anlama geldiği ele alınabilir. İkinci olarak, 1949’da kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti’nin dış politika çizgisi açısından bu belgenin nasıl yorumlanması gerektiği üzerinde durulabilir. Son olarak, bu belge Almanya’daki mevcut üçlü koalisyon hükümetinin dış politika yaklaşımı açısından da incelenebilir.

Wagner'in lideri Yevgeny Prigozhin'in geçtiğimiz hafta sonu Rusya'da başlattığı krizin çeşitli coğrafyalara etki edeceği aşikâr. Bu krizin sadece askeri boyutu değil, aynı zamanda kazançlı ticari çıkarlara sahip olduğu Afrika'da da etkilere sahip olacağı çok açık. Ancak Wagner'in sebep olduğu krizin Rusya'nın Afrika'daki faaliyetlerine yansımaları henüz belirsizliğini korumakta.

Wagner cephe hattını bıraktı ve Moskova'ya yürüyüşe geçti. Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko'nun devreye girmesiyle Wagner'in sahibi Prigojin sessizlik tüneline girdi. Ruslar Wagner üyelerine üç seçenek sunup şirkete 'el' koyarken Rus bürokrasisinin ve Silahlı Kuvvetlerinin bilinen isimleri tasfiye sürecine tabi tutuldu.

Geçen hafta sonu Rusya’da yaşanan tarihi gelişmeler, ABD’nin ve müttefiklerinin rolü ve tercihlerinin de tartışılmasına yol açtı. Putin’e en yakın isimlerden olan Prigojin’in ana motivasyonu Wagner’in güç ve otonomisinin korunmasıydı ancak Batı tarafından ‘teşvik’ edilmiş olabileceği yönünde yorumlar sıkça dile getiriliyordu. Putin Prigojin’i ‘sırtından hançerlemekle’ suçlarken Kremlin’den ‘dış güçler’ imaları geldi. Muhtemelen, Prigojin’in kalkışması daha siyasi bir yere gitseydi bu iddialar çok daha fazla öne çıkacaktı. Bu yorum ve imaların siyaseten yapıldığı ve ispatlanmasının zor olduğu açık ancak Amerikan politikasının Putin’in düşürülmesini isteyip istemeyeceği önemli bir soru olarak karşımıza çıkıyor. Ukrayna işgali yüzünden Batı’yla keskin bir kopuş yaşayan ve ağır ekonomik bedeller ödeyen Moskova’nın kaosa sürüklenmesinden çok eli zayıf biçimde masaya oturmasının istendiğini söyleyebiliriz.

Geçtiğimiz Cuma gecesi "Rusya'da darbe oluyor" söylentisi tüm dünyanın gündemini değiştirdi. Rusya'ya hizmet veren Yevgenev Prigojin komutasındaki "Paralı Ordu Wagner", bir ayaklanma girişiminde bulunmuştu. Kısa sürede Wagner'in karargah binası Rusya ordusu tarafından kuşatıldı. Rus Savunma Bakanlığı koruma altına alındı. Ardından Cumartesi sabah Rusya Devlet Başkanı Putin canlı yayında sert bir açıklamalar yaptı. Wagner lideri Prigojin ise yaptığı açıklamada geri adım atmayacaklarının altını çizdi. Peki şimdi ne olacak? Bu kalkışmanın Rusya'ya ve dünyaya etkisini, uzun süredir Rusya üzerine araştırmalar yapan Hasan Kalyoncu Üniversite Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Aslan'a sordum.