Son günlerde ABD’yle Suudi Arabistan arasındaki görüşmelerin ilerlediği ve anlaşma aşamasına iyice yaklaşıldığı yönündeki haberler, Ortadoğu’da yeni bir dönemin habercisi olabilecek nitelikte. Suudiler İran’ın nükleer kapasitesi karşısında ABD’den ‘barışçıl’ nükleer teknoloji geliştirebilmek için destek ve muhtemel bir savaş durumunda güvenlik güvencesi istiyor. İleri teknoloji alanında iş birliği ve Çin’e mesafe koymayı da içeren anlaşmanın İsrail-Suudi normalleşmesini içermesi Biden yönetimi için kritik öneme sahip zira Amerikan Kongresi’nin desteği buna bağlı olacaktır. Ancak Suudilerin Gazze savaşının durdurulması ve iki devletli çözüm konusundaki ısrarının Filistin devletinin kurulmasına hep karşı çıkmış olan Netanyahu liderliğindeki bir hükümet tarafından kabul edilmesi çok zor. Biden yönetimi İsrail-Suudi normalleşmesi üzerinden hem Gazze meselesini gündemden düşürmüş hem de ‘Filistin meselesini çözmüş’ olarak Kasım seçimlerine ilerlemek isteyecektir ancak Netanyahu’nun bunun önünde en büyük engel olduğu kesin.
Devamı
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM), soykırım ve insanlık suçları kapsamında yürüttüğü soruşturmada, İsrail Başbakanı Netanyahu, Savunma Bakanı Gallant ve diğer İsrail hükümet yetkilileri hakkında tutuklama kararı çıkarma ihtimali, Biden yönetimi için yeni bir uluslararası itibar testi ortaya çıkarabilir. Netanyahu’nun son derece endişeli olduğu ve Beyaz Saray’dan UCM’ye baskı yapmasını istediği şeklindeki haberler, davanın Washington için uluslararası arenada yeni bir ‘utanç vesilesi’ olmaya aday olduğuna işaret ediyor. Geçmişte Afganistan özelinde UCM’nin yetkisini tanımayan ABD, Darfur ve Kongo gibi çatışmalarda mahkemenin soruşturma ve kararlarını destekleyerek katkıda bulunmuştu. İsrail mevzu bahis olduğunda bugüne kadar uluslararası baskıya karşı durmak adına elinden geleni yapan Biden yönetiminin gene Netanyahu’yu desteklemek zorunda kalarak prestij ve meşruiyet kaybına devam edecektir.
Devamı
Kendi düzen tasavvurlarını dayatmaya çalışan iki gücün olası savaşı, ulus-devlet yapıları arasındaki mücadeleden ziyade dini metin ve referansların şekillendirdiği bir mücadeleyi tetikleyecektir. Bundan ötürü İsrail'in İran'a düşük düzeyli misillemesiyle iktifa edip etmeyeceği önümüzdeki günlerin/haftaların en önemli sorusudur.
İsrail'in 7 Ekim 2023'ten beri Gazze'ye yönelik olarak gerçekleştirdiği saldırılar meşru müdafaa kılıfı altında devam ederken, 20. ve 21. yüzyılda eşine az rastlanır bir insani drama, sivil kıyımlara ve uluslararası suçlara yol açmaktadır. İsrail'in Gazze'ye başlattığı doğrudan saldırılardan daha üç yıl önce BM Genel Sekreteri, 21 Mayıs 2021'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na hitaben yaptığı açıklamada "Yeryüzünde bir cehennem varsa, o da bugün Gazze'deki çocukların hayatıdır" demişti. Saldırılarla beraber şu ana kadar 35,000'in üzerinde sivil öldürülürken, 2 milyon insan yerlerinden edilerek geri dönemeyecekleri bir şekilde evleri ve yerleşim yerleri yerle bir edilmiş durumdadır.
Son günlerde Columbia Üniversitesi’nde yaşananlar, Filistin yanlısı gösterilere antisemitizm damgası vurma çabalarının yoğunlaştığını gösteriyor. Aylardır Amerika’nın en prestijli üniversitelerinin kampüslerinde devam eden aktivizme karşı İsrail yanlısı gruplar antisemitizm yakıştırması yapıyordu. Bu konuda Amerikan Kongresi’ni harekete geçirmeyi başaran İsrail’e yakın lobi grupları, Harvard ve University of Pennsylvania gibi üniversite rektörlerinin halka açık oturumlarda sorguya çekilmesinde önemli rol oynamıştı. Bu oturumlarda her iki tarafa da yaranamayan bir performans gösteren rektörlere karşı istifa kampanyaları Harvard Rektörü’nün görevden alınmasında olduğu gibi başarılı da olmuştu. Geçen hafta Kongre’nin karşısına çıkan Columbia Üniversitesi Rektörü, siyasetçilerin baskısına daha açık bir profil çizerek olayların alevlenmesine katkıda bulundu.
Biden yönetimi İran’ın İsrail’e doğrudan saldırısının kontrolsüz bir savaşa dönüşmesini engellemeyi en azından şimdilik başarmış görünüyor. İran’a farklı kanallardan saldırının ‘orantılı olması gerektiğini’ mesajını ileten Beyaz Saray, Netanyahu hükümetine de ABD’nin İsrail’e desteğinin savunmayla sınırlı kalacağı mesajını verdi. ABD’yle birlikte İngiltere ve Ürdün’ün İran’ın İHA ve füzelerini İsrail’in hava sahasına ulaşmadan vurması sayesinde, Demir Kubbe’nin işi nispeten kolaylaştı. Buna karşın İran’ın maliyeti çok düşük silahlarla gerçekleştirdiği düşük şiddetli ve kontroll Nü saldırı, daha ‘gerçek’ bir savaşta İsrail’in işinin hiç de kolay olmayacağını gösterdi. İsrail’in savunmasının aciliyetini gündeme getiren saldırı, Temsilciler Meclisi’nde bir süredir sürüncemede kalan İsrail, Ukrayna ve Tayvan’a yardım paketini oylamaya sunulmasını sağlayacak görünüyor. Amerikan dış yardımının İsrail’e saldırı sayesinde onaylanma aşamasına gelebilmesi, Cumhuriyetçilerle Demokratları bir araya getiren meselelerin ne kadar azaldığını gösteriyor.
İran ile İsrail arasındaki doğrudan çatışma şimdilik kontrol altında. Ancak bölgemiz açısından yeni bir denkleme işaret ediyor. Malum, 7 Ekim sonrası Ortadoğu'nun Gazze/ Filistin merkezli bir gerilim sürecine girdiğini konuşuyorduk. Netanyahu'nun Gazze'deki katliamları bölgedeki normalleşme trendini durdururken İsrail'in uluslararası imajına da büyük zarar verdi. Batı'nın çokça eleştirilen "koşulsuz desteği" bile Batı kamuoylarındaki Filistin sempatisini ve İsrail eleştirisini engelleyemedi. İki devletli çözüm küresel gündemin başköşesine otururken İspanya başta olmak üzere bazı Avrupa devletleri, Filistin devletini tanıma kararına yaklaştı. İşte böylesi bir ortamda Netanyahu, savaşa İran'ı doğrudan dahil edecek 1 Nisan Şam saldırısını yaptı ve bir anlamda istediğine ulaştı. İtibarını, caydırıcılığını ve iç desteğini korumak için Tahran; ölçülü, haber verilmiş ama İsrail'e ilk doğrudan saldırısını gerçekleştirdi. Şam saldırısını yapan havaalanına füzelerini ulaştırabilmiş olmayı iç siyasetinde ve bölgesel propagandasında kullanacak.
Devamı
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 89. sayısı raflarda yerini aldı.
Devamı
Gazze’de hizmet veren yardım kuruluşu World Central Kitchen’ın aracının İsrail tarafından vurulması ve aralarında bir Amerikan vatandaşının da bulunduğu 7 gönüllünün hayatını kaybetmesi büyük tepki çekti. Saldırı sonrasında bazı yardım kuruluşları Gazze’deki operasyonlarını durdurdu ve bunların arasında 1968’den beri işgal altındaki bölgelerde kesintisiz faaliyet gösteren bazı kuruluşlar da var. 7 Ekim’den beri 200’ün üzerinde yardım kuruluşu çalışanının hayatını kaybettiği Gazze’de kalmaya devam edeceğini açıklayan Birleşmiş Milletler’in World Food Program’ın verilerine göre mart ayında günlük 300 kamyon yardıma ihtiyaç duyulmasına rağmen sadece 47 kamyon giriş yapabilmiş. Aylardır açlık ve her türlü zorlukla mücadele eden Gazze halkına ulaşmaya çalışan yardım kuruluşları da İsrail’in askeri operasyonlarının tehdidi altında. Bu durum karşısında iç kamuoyunda baskı görmeye devam eden Biden yönetimi, Netanyahu’ya tavır almasına karşın hala oyun değiştirici bir adım at(a)mıyor.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan (BMGK) ABD’nin çekimser kalması sayesinde çıkan ‘derhal ateşkes kararı’ Biden yönetiminin İsrail Başbakanı Netanyahu’ya siyasi baskısının devam ettiğini gösteriyor.
2015 yılında Netanyahu Obama’nın İran’la anlaşmasını dinamitlemek için Washington’a gelip Kongre’de bir konuşma yapmıştı. Obama İran’la nükleer anlaşma yapmak üzere olduğu için Kongre’nin yeni yaptırım uygulamasını erteletmek için çalışıyordu. Netanyahu ise Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçilerin davetini kabul edip ziyareti Obama’nın Beyaz Saray’ıyla koordine etmemişti. Kongre’nin iki kanadının da hazır bulunduğu oturumda konuşan Netanyahu’nun konuşması defalarca ayakta alkışlanmıştı. Obama’nın İran’la nükleer görüşmelerini Kongre’deki Cumhuriyetçiler ve bazı Demokratların İran’a yaptırım uygulamasını sağlayarak sona erdirmek için çalışan Netanyahu başarısız olmuştu. Netanyahu’nun Kongre konuşmasında hemen arkasında oturan o dönemin Başkan Yardımcısı Biden, bugünlerde benzer bir Netanyahu problemiyle karşı karşıya kalmış görünüyor.
Bu yıl ramazan ayı ne yazık ki Gazze'de ateşkes olmadan başladı. Tüm insanlık yeni bir sınav ile karşı karşıya. Ramazanda ateşkes ve insani yardım mı yoksa yeni katliamlar mı yaşanacak Gazze'de? ABD Başkanı Biden hâlâ 6 haftalık acil ateşkes için çalıştıklarını ve Refah'a saldırının kırmızı çizgi olduğunu söylerken İsrail Başbakanı Netanyahu, Refah'ta operasyon yapma kararlılığını tekrarlıyor.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 88. sayısı raflarda yerini aldı.
Bu hafta sonu ABD Dışişleri Bakanı Blinken 7 Ekim sonrası beşinci kez Ortadoğu turuna çıkıyor.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 87. sayısı raflarda yerini aldı.
Uzun ve zorlu bir müzakere döneminin ardından nihayet TBMM, İsveç'in NATO üyeliğini onayladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)'nin İsveç'in NATO'ya üyeliğini onaylaması şüphesiz mevcut siyasi iradenin bir yansıması. Türkiye her ne kadar süreci ertelese de ABD, F-16 satışını fiilen İsveç'in NATO üyeliğinin onaylanmasına bağlamış durumdaydı. Biden Yönetimi kamuoyu önünde bu bağlantıyı hiç kabul etmemesine rağmen Kongre üyeleri bu gerçeği açıkça ifade etmekten hiç imtina etmedi. Ancak Türkiye'nin onayına rağmen F-16 satışının yine de Türkiye karşıtı temayülün çok güçlü olduğu ABD Kongresi'nde engellenmesi ihtimali bulunuyor.
Biden yönetiminin Netanyahu hükümetinden askeri operasyonları sona erdirmesi, insani yardım girişini kolaylaştırması ve savaş sonrası Gazze’nin yönetimine kafa yorması gerektiği yönünde telkinler geldiği bir süredir basına yansıyordu. Netanyahu yönetiminin ise bu isteklere olumlu cevap vermediği ve Washington’un sabrının bittiği yönünde haberler öne çıkıyordu. En son Biden’ın Netanyahu’ya nihai çözümün iki devletli çözüm olduğunu söylediği haberlerinin hemen arkasından Netanyahu’nun bu ihtimalin masada olmadığını söylemesi Washington’a soğuk duş etkisi yapacak nitelikteydi. Netanyahu aslında malumun ilanı olan bu sözleriyle iktidarda olduğu sürece gerçek bir barış sürecine girmeyeceğini ifade etmekle kalmıyor, en büyük destekçisi Amerikan Başkanını da kamuoyu önünde utandırmış oluyor. Bu durumda Biden ya hiçbir şey olmamış gibi ideolojik saplantıya varan İsrail’e desteğine devam ederek Netanyahu’ya yaranmaya çalışacak ya da Netanyahu’nun iktidarı kaybetmesine oynayarak yeni bir barış süreci masası kurulmasını sağlayacak.
7 Ekim sonrasında İsrail’in Gazze’ye saldırılarının bölgesel bir savaşı tetikleme ihtimalinden bahsediyoruz. Son haftalarda yaşanan gelişmeler aslında bölgesel bir savaşın zaten içinde olduğumuza işaret ediyor. Ancak bu tür çatışmaların yoğunluğunun artıp azalması ve taraflarının her zaman net olarak belli olmaması bölgesel savaşın adını koymamızı zorlaştırıyor. Artık ülkeler arasındaki savaşların karmaşık bir şekilde gerçekleşmesi, farklı mecralarda cereyan etmesi ve tarafların farklı kapasitelerini harekete geçirmesi ‘klasik’ topyekûn savaşların daha ender hale gelmesi sonucunu doğurdu. Daha az maliyetli, düşük riskli ve inkâr edilebilir olması itibariyle birçok ülkenin vekalet savaşlarını tercih ettiğini görüyoruz. Bu tür vekalet savaşları, ülkelerin doğrudan birbirlerine savaş ilan etmeden yoğunluk derecesi gerektikçe artırılabilen bölgesel bir savaşın tarafı olmalarına olanak veriyor.
İsrail’in Gazze’nin kuzeyinden bir kısım askerini çekmesi sonrasında Hamas liderlerinden Salih el-Aruri’ye Beyrut’ta suikast düzenlemesi, savaşta yeni bir aşamaya geçtiğinin işareti olarak görülebilir. İsrail Başbakanı Netanyahu, bir süredir Washington’ın Gazze’deki operasyonlarını ‘toparlaması’ yönündeki taleplerine meydan okuyan bir dil kullanıyordu. Buna karşın Gazze operasyonlarında bir sonraki aşamaya geçmesi gerektiğinin farkındaydı. Amerikan Savunma Bakanı’nın İsrail ziyareti sonrasındaki gelişmeler, kamuoyu önündeki sert söylemine rağmen İsrail’in Amerikan telkinlerini dikkate aldığını gösteriyor.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 86. sayısı raflarda yerini aldı.
ABD'nin sabık Başkanı Donald Trump, iktidara geldiğinde Obama'nın İran siyasetini tamamen terk etmiş ve nükleer anlaşmadan çekilmişti. Trump, kendi döneminde inşa ettiği İran siyasetini "maksimum baskı" olarak kavramsallaştırmıştı. Buna göre İran'ın yaptırımlarla terbiye edilmesi, Tahran'ın geleneksel rakipleri olan Körfez Arap monarşilerinin güçlendirilerek İran'ın çevrelenmesi, İran içinde ve dışındaki muhtelif operasyonlarla da Tahran yönetiminin zayıflatılması hedefleniyordu.