Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı Karim Khan, savaş suçu ve insanlığa karşı suç işledikleri suçlamasıyla İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Gallant hakkında tutuklama emri kararı çıkarılmasını talep etti. Yargıçlar Khan’ın bu talebini onaylarsa Amerikan müttefiki bir ülkenin siyasi liderlerine karşı alınan karar mahkemenin tarihine bir ilk olarak geçecek. Amerikan siyasetinin her iki kanadından muhtemel bir tutuklama kararına karşı lobi çabaları daha önce basına yansımıştı. Amerikan siyasetçileri UCM üyelerine yazdıkları mektupta sadece kendilerine değil ailelerine de yaptırım uygulayacakları tehdidini savurmuştu. Başsavcının baskılara rağmen tutuklama kararı başvurusu Batılı ülkeler ve özellikle ABD açısından yeni bir sınav teşkil ediyor zira uluslararası hukuk ve düzenin savunuculuğunu başka aktörlere kaptırmakla karşı karşıya durumda.
Devamı
Yaklaşık altı ay süren pazarlıklar sonunda Kongre Ukrayna, İsrail ve Tayvan’a 95 milyar dolarlık savunma yardımını onaylamıştı. Cumhuriyetçiler bu yardımı Biden’dan Meksika sınırıyla ilgili tavizler koparmak için sürüncemede bırakmıştı. Ancak İsrail’in Suriye’deki İran konsolosluğuna saldırısı sonrasında bölgesel tansiyonun yükselmesi Kongre’yi harekete geçirdi ve Biden paketi 24 Nisan’da imzalayarak Ukrayna’ya yardımın da hemen başlayacağını açıkladı. Amerikan siyasetinin Ukrayna’ya yardım konusundaki isteksizliği ve konuyu iç siyaset malzemesi haline getirmesi, Rusya’nın Batı’nın desteğinin ilelebet sürmeyeceği hesabının doğru çıkabileceğine işaret ediyordu. Biden yönetimi ve Amerikan Kongre’si bu hesabın boşa çıkacağı mesajını vermek adına yardım paketini geçirdi ancak bu paketin bu kadar zor geçmesi ileride Ukrayna’ya desteğin devam edip etmeyeceği konusunda derin şüphe uyandırdı.
Devamı
Biden yönetimi İsrail konusunda iyice köşeye sıkışmış durumda. Gazze’de 4 bini çocuk olmak üzere 10 binden fazla sivil hayatını kaybetti ve İsrail’in sivil ayırt etmeyen saldırıları devam ediyor. Bu durumun İsrail’in istediği üzere terörle mücadele olarak savunulacak bir tarafı kalmadığı için Biden yönetimi sivillerin korunmasına daha fazla vurgu yapmaya başladı. Ancak retorik değişikliğinin işe yaramayacağı belli zira Biden Netanyahu’yla samimi poz vermekle kalmamış, yönetim yetkilileri İsrail’e herhangi bir kırmızı çizgi çekmeyeceklerini söylemişlerdi. Netanyahu da son iki haftadır Washington’dan gelen sivillerin korunmasına özen gösterilmesi yönündeki uyarıları dinlemeyeceğini gösterdi. Biden hem ulusal hem de uluslararası tepkiler karşısında çaresizlik görüntüsünden kurtulmak için adeta Netanyahu’nun merhametine kalmış durumda. 7 Ekim saldırısının hemen sonrasında ciddi bir Amerikan başkanı tavrı koymak yerine İsrail yanlısı lobinin etkisiyle hareket eden bir senatör refleksi veren Biden, Netanyahu’yu sıkı kucaklayarak kontrol edebileceği hesabında yanılmış görünüyor.
Biden yönetimi Kongre’den İsrail, Ukrayna ve Tayvan için 100 milyar dolarlık ek bütçe istedi. Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi Başkanlığı’na yeni seçilen Cumhuriyetçi Mike Johnson, 14 milyar dolarlık İsrail yardımının ayrı bir paket olarak gündeme almayı planlıyor. Johnson, bu miktarın Amerikan Vergi İdaresi’nin bütçesinden kesilerek verilmesini talep ederek, Cumhuriyetçilerin bu konudaki gündemlerine hizmet etmeye çalışıyor. Johnson, sözcü seçilmesi sonrasında İsrail’e güçlü destek vermek istiyor ve bunu sürekli referans verdiği Evanjelist Hristiyan muhafazakârlığının bir gereği olarak açıklıyor. İsrail’e yardımın kaderi Amerikan çıkarının ne olduğundan çok İncil’in emrettiklerini önceleyen bir lidere bağlı durumda.
Biden yönetimi krizin başından beri İsrail’in koşulsuz yanında duran tavrını özünde değiştirmedi. Bununla birlikte uluslararası kamuoyu, bölge ülkeleri ve kendi partisiyle Amerikan kamuoyundan gelen ağır eleştiriler karşısında özellikle son iki haftada insani dramdan daha fazla bahsetmeye başladı. Uluslararası arenada giderek yalnızlaşan Washington, İsrail’in sonuna kadar yanında olduğu mesajını tekrarlarken sivillerin korunması ve insani yardım girişinin sağlanması gerektiği gibi şerhler düşmeye başladı. İsrail’in Gazze’ye geniş çaplı bir işgal hazırlığında olduğu ama Washington’un esirlerin ve sivillerin güvenliğini gözetecek daha dar kapsamlı bir operasyonu salık verdiği gibi haberler de dikkat çekti. Yönetimin kamuoyu baskısını hafifletmeye yönelik söylem değişikliğine gitmesi ne kadar köşeye sıkıştığının farkına varmaya başladığını gösteriyor.
Başkan Biden'ın İsrail ziyareti, Batı dışı dünyada Gazze'deki ağır bombardıman ve ablukanın kayıtsız şartsız desteklenmesi olarak değerlendirildi. El Ehli Baptist Hastanesi'nde 500'ü aşkın Filistinlinin öldürülmesini "diğer takıma" (Hamas) yıkan Biden ne somut delil paylaştı ne de olayın soruşturulması için uluslararası bir komite kurulmasından bahsetti. "Kendini savunma hakkı" argümanıyla Batı başkentlerinin İsrail'e verdiği açık çeki, İsrail ordusu öylesine acımasızca ve hukuk dışı yöntemlerle sürdürüyor ki, Arap ve Müslüman dünyasında Gazze'de işlenen katliamın artık "etnik temizlik, tehcir ve soykırım" seviyesine ulaştığı algısı pekişti. Biden'ın yanısıra Almanya Şansölyesi Scholz ve İngiltere Başbakanı Sunak'ın İsrail ziyaretlerinden de Gazze ablukasına destekten başka bir şey çıkmadı. Halbuki hastanenin bombalanması tüm dünyada insanlığın vicdanını derinden yaraladı. Birçok ülkedeki kitlesel gösterilerin anlamı Gazze'deki katliamın büyük bir öfkeyi tetiklediğidir. BM Güvenlik Konseyi'ndeki ateşkes önerisini ABD'nin veto etmesi Washington'un sadece her koşulda İsrail'i desteklediği anlamına gelmedi. Ayrıca, Tel Aviv'in Gazze'yi Filistinsizleştirme ve imha operasyonunun Washington tarafından onaylandığı şeklinde anlaşıldı.
Başkan Biden’ın bugün gerçekleşecek İsrail ziyaretinde bir yandan ‘koşulsuz’ desteğini yinelemesi bir yandan da Gazze operasyonuna üstü örtülü koşullar getirmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Dışişleri Bakanı Blinken’ın bölgede devam ettirdiği mekik diplomasisinde öne çıkan açıklamalar bölge ülkelerinin İsrail’in saldırılarından ne kadar rahatsız olduğunu gösterdi. Biden’ın da Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve Filistin lideri Abbas’la görüşecek olması sadece İsrail’le gerçekten kayıtsız şartsız destek vermekten kaçındığını ve bölgesel dengeleri gözettiğini gösteriyor. Biden’ın başlangıçtaki İsrail’e koşulsuz destek açıklamasına rağmen bölgesel çatışmaya dönüşmemesi koşulunu öne sürdüğü söylenebilir.
Devamı
Batı dışı dünyada tepkiler büyürken ABD Başkanı Biden'ın Tel Aviv'e koşulsuz desteği İsrail-Filistin çatışmasını ne yazık ki daha büyük yıkımlara yol açacak yöne götürüyor.
Devamı
Biden yönetimi İran’la gerçekleşen mahkûm takası anlaşmasının nükleer anlaşma konusunda beklenti yaratmamasına özen gösteriyor. Bu tür ‘insani’ çabaların nükleer meseleden tamamen ayrı olduğunu göstermek için de takasın başarıyla gerçekleşmesinin hemen ardından İran’a yeni yaptırımlar uyguladı. Buna karşın takasın Güney Kore’de dondurulmuş olan 6 milyar dolarlık İran petrol gelirlerinin insani alımlar için serbest bırakılmasını da içermesi olayın basit bir mahkûm değişimi olmadığını gösteriyor. Amerikan yönetimi içerde anlaşmanın siyasi maliyet doğurmasını engellemek adına olsa gerek hem yeni yaptırım uyguluyor hem de halihazırda ilerlemeyen nükleer müzakere süreciyle herhangi bir alakası olmadığını savunuyor.
Hindistan’daki G20 zirvesi Biden’ın Çin’in etkisini azaltma çabalarını güçlendirmesine vesile oldu. Biden, Başbakan Modi’nin büyük bir prestij aracı olarak gördüğü zirveye katılarak alttan alta Hindistan’ın Çin’e alternatif olabileceği mesajını verdi. Bu bağlamda zirvede açıklanan yeni ticaret güzergahının Çin’in Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne alternatif sunma amacı taşıdığı açıktı. Biden’ın zirveden hemen sonra Vietnam’a uğraması da Çin’in Hint-Pasifik’teki etkisini kırma stratejisine yönelik bir adımdı. Ancak Putin ve Şi’nin zirveye katılmaması ve dahası sonuç bildirgesinin Rusya’yı rahatsız etmeyecek bir dil kullanması Biden’ın işinin hiç de kolay olmadığını bir kez daha gösterdi.
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, geçtiğimiz günlerde İran ile ABD arasında bir mahkum takası anlaşması yapıldığını açıkladı. İki ülke arasında bir süredir bu konuda müzakerelerin yürütüldüğü biliniyordu. Mart ayında İran tarafı ABD ile bir mahkum takası anlaşması yaptıklarını iddia etse de ABD tarafı bunu derhal yalanlamıştı. Ancak bir süredir iki ülke arasında Umman'ın arabuluculuğunda müzakerelerin yürütüldüğü biliniyordu. Söz konusu müzakerelerin aslen nükleer anlaşma ile alakalı olduğu iddia edilse de ortaya çıkan sonuç sürpriz bir esir takası oldu.
Erdoğan'ın BM'ye dair "daha adil bir dünya mümkün" çıkışı ve Ukrayna Savaşı'ndaki politikası ile Türkiye'nin milli çıkarlarını aşan öncü bir rol üstleniyor. Çözüm odaklı yeni çok taraflılık arayışının ayak sesleri...
ABD Dışişleri Bakanı Blinken’ın Çin gezisinin hemen sonrasında Çin lideri Xi Jinping’e diktatör yakıştırması yapan Biden bu makalenin yazıldığı saatlerde Hindistan lideri Modi’yi en üst düzeyde ağırlamaya hazırlanıyordu. Biden, Kaşıkçı meselesiyle ilgili Muhammed bin Selman’la ilgili ‘parya’ gibi ağır laflar etmiş ancak zirve yapan petrol fiyatları Suudi Arabistan ziyaretini zorunlu kılmıştı. Demokrasi ve insan hakları konusunda yüksek retorik kullanan Biden’ın buna rağmen jeopolitik dengelerin gerektirdiği adımları atması birçok Amerikan başkanının pratiğiyle uyumlu aslında. Demokrasi Zirvesi’ne dahil edilen ülkeler listesi de Amerikan çıkarlarının ve stratejik tercihlerin öncelikli olduğuna başka bir örnek. Biden ‘demokrasilere karşı otokrasilerin mücadelesini’ en önemli mesele olarak gördüğüne ilişkin sözlerini boşa çıkaran tutarsızlıklar, Amerika’nın bu konudaki güvenilirliğine zarar vermekle kalmayıp Çin gibi birçok ülkeyle ilişkilerini pragmatik bir çerçevede götürmesini de zorlaştırıyor.
Bir yandan TSK’nın kara ve hava unsurları tarafından geri üslenme noktalarına çekilmek zorunda bırakılan, diğer yandan kolluk kuvvetlerinin ve emniyet güçlerinin aralıksız yürüttüğü terörle mücadele operasyonlarıyla sahada baskılanan, MİT’in gerek bireysel gerek TSK unsurlarıyla müşterek yürüttüğü operasyonlar neticesinde komuta-kontrol ve operatif kadroları giderek tahrip edilen PKK’dan Duran Kalkan’ın serzenişine benzer ifadeleri gelecekte sıkça duyacağız.
Gözler 14 Haziran'da Brüksel'de gerçekleşecek olan ikili zirvede.
Biden ve Blinken gibi isimlerin açıklamalarıyla resmiyet kazanan ABD'nin müdahaleci siyaseti günümüze kadar farklı formlarda olsa da süreklilik göstermiştir.
SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Nebi Miş, Türk dış politikasında güncel gelişmeler üzerine değerlendirmelerde bulundu.
SETA Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, Biden'ın Putin'e yönelik "katil" ifadesini ve ABD dış politikasını değerlendirdi.
Genel itibariyle Biden yönetimi kafasını güncel Amerikan siyasetinden pek kaldırabilecek gibi görünmüyor. Türk Amerikan ilişkilerin sancılı fakat sonuçsuz, sabit fakat krizli bir dönem olacağını söyleyebiliriz. Daha basit bir ifadeyle ilişkiler ne kopacak ne de tamir olacak.